“sevmek, bizim kendimize ve dünyaya karşı giriştiğimiz hırsızlığa, kendi gücümüzle karşı çıktığımız biricik haklılığımızdır. alacakaranlığın ufalaya ufalaya sildiği bir adamı tutup ellerinden, başına ay ışığından bir hale geçirmektir, kaybolmadan sabaha çıksın diye. sevmek, özünde var olan büyük bağlanmaya karşın, insanı günlük ilişkilerin kişiliksizleştirdiği tutsaklıktan kurtaran en büyük özgürlüktür … işıkları kesilmiş odalarda kirpiklerden ve parmaklardan mumlar yakıp, derin bir hazla ışıyan güzelliğini seyretmektir.
sevmek barışın kişiye özel adıdır. kalabalığa karşı bireyin özgeliği, kalabalağa kişilik veren biricik olanaktır… taşa ses veren duygusu insanın, en kolay bağışlanacak kusuru, ölümün eşiğinde bile dilinde çırpınan ıslığıdır.
yine de insanın kendine en büyük ihanetidir sevmek. sığlığın kolaylığından derinliğin başdönmesine geçmek zorlu bir yürek türküsüdür, içindeki binlerce gözü susturmayı gerektiren. istemekle yapmak arasındaki o ince çizgi, binlerce yılın günah burgaçlarıyla bir uçuruma dönüşür. dünya karşı tarafta, biz bu tarafta kalmışızdır. bir iki cılız sesten başka ses yoktur sesimizi karşılayan… bu uçuruma verebileceğimiz kurban, içimizde yeni yeni kekelemeye başlayan sevincimizdir… mutluluğumuza karşı ayaklanan çoğunluk geri çekilmiş, kimse mutsuzluğumuzla ilgilenmez olmuştur. herkes içine gömdüğü yaralı bir hayvanla iyileşmeye çalışmakta, dünyayı düzene koymaya devam etmektedir.
sevmek insanın en büyük acısıdır… – Şükrü Erbaş