Sen mi bende yoktun.. Ben mi sende yok oldum?
Elektrikler kesildi.. Kaybettim seni.. Daha demin oradaydın oysa..
Bir mum yaktım odama.. Gölgesi vurdu duvara yokluğunun.. Biraz önce yok muydun?
Yoksa yokluğun mu yok etti gerçeksi hayalimi.. Demek ki elektrikten kaynaklanmıyordu varlığın..
Yokluğun da varlığından mı kaynaklanıyordu acaba?
Sular kesildi.. Kaybettim seni.. Daha demin yüzümü sürmüştüm sana ve içmiştim bardaktaki “seni”..
İçi senle dolu bir şişe daha buldum mutfakta.. Kapağını açtım, işte orda duruyordu yokluğun..
Devirdim şişeyi, resmin döküldü avuçlarıma..
Hayat vermiyordun belki ama hayatım senle devam ediyordu..
Ayna kırıldı.. Kaybettim seni.. Daha demin sana bakmıştım karşısında..
Yerdeki parçalara baktım.. Binlerce “sen” vardı yerde..
Bir tane “sen” aldım yerden, geri kalan yokluğun daha bir fazlaydı elimdekinden..
Yüzüne baktım.. Solgundu.. Ağlamıyordu ama dokunsan ağlayacaktı..
Diğer ‘sen’lere baktım.. Hepsinin yüzünde aynı ifade bana bakıyorlardı..
“Ben sana ne yaptım?” dedim.. Ağzın kıpırdadı, sesini duyamadım..
Elime aldım telefonu.. Niyetim seni aramaktı.. Arayamazdım ki zaten..
Sesini duyma hayalim vardı, o da yok olmuştu kaşla göz arasında..
Saatim durdu.. Seni kaybettim.. Yokluğuna akrep, varlığına yelkovan demişlerdi bilenler..
Yelkovanın akrebe uyduğunu, akrebin uyumaya dünden razı olduğunu anladım düşününce..
Ben ikisine de düşmandım senden beri.. İkisinden de kurtuldum sonunda..
Zaman mefhumumu yitirdim senin yokluğunda..
Hepsi aynıydı işte; ya sana beş vardı, ya seni beş geçiyordu..
Seni düşündüm, beni kaybettim.. Sana giden yollar bana kapalıydı..
Senle dolu mekânlar benden uzaktı.. Benle dolu mekânlar, özlem kokuyordu..
Bir yol aradım varlığına çıkan.. Varlar yok oldu.. Yoklar zaten yoktu..
Sesim kesildi.. Seni kaybettim.. Yokluğun vardı.. Varlığın semtimde bulunmuyordu..
Düşündüm; sen mi bende yoktun, yoksa ben mi sende yok oldum?
Aslında ikisi aynı fakat birbirlerinden farklıydılar..
Düşündüm, vazgeçtim..
Seni düşününce ben, kendimi kaybediyordum seni bulmak için..
Seni de kaybedip hayalinden oluyordum..
İkisini de başaramıyordum sonunda..
En iyisi ben;
neyse…
Bilmediğim koca bir şehir.
Yalınayak kalmış suretlerin
Vapur sesiyle uyanan yarı uykulu bir kent.
Baktığım her iki yakanın başında
Senin siluetini giyinmiş kalabalıklar.
Her vapur, seni bana getirmekte,
Her otobüs, yüreğini bana taşımakta.
Ne vakit bir bulut görsem başımın üstünde
Senin yüzündeki renkleri çizdi gökyüzüne.
Kalabalıktı ayak izleri..
Sesler birbirine karışmış.
O nihavent sesini kalabalıklarından seçebiliyor,
Sonbahar hüznü gözlerini
Sicim sicim yağmurun altında bile
Gözlerindeki ışıktan tanıyabiliyordum.
Bir başkaydı senin şehrinde seni sevmek.
Senin ayak izinde
Yüreğime binlerce alfabeye gebe kalmak.
Senin şehrinin ışıklarında,
Temize çekmek yüreğimin kırsallığını.
Ve mavi bir fırçaya sarılmak
Gözlerinin sevdaya aç yanında.
Bir başkaydı senin gözlerinden denizi izlemek.
Haritalardan indirip
İçimin karasal iklimine serpiştirmek maviyi.
Denize ayaklarımızı salıp
Her dalgada ıslanmak
Ve birbirimizin güneşinde kurulanmak..
Kayıp bir alfabe.
İmla hatası bol bir lugat.
Soğuk bir demir parçasından alıntılanmış dudaklarımda
Sen’li bir hayatın en taze cümlesi yanıyor tel tel.
Söndürdükçe mum alevini,
Daha da kor hal alıyor içimin sen yanı.
Karıncalınıyor parmak ııçlarım.
Yazmaya devam ettikçe seni
Büyüyorum bir alfabenin altında.
Köklerimde bir özne belirliyor.
Hayatın en sevdalı yanında yaşanmak için.
Zamana inat,
Kavuşması ertelenmiş iki söz,
Özlemi belirgin iki yürektik biz.
Çatısız bir evin
Yıldızlara sarılı duvağına
Sarılmış iki harf.
Sırt sırta..
Yana yana..
Umuda yanarken
Mutluluğun kıyısında sevdaya adak iki kurban
İki hecelik gülüş,
Siyaha ithaf edilmiş.
Farklı iki şehir
Sevdaya kutsanmış.
Yan yana iki cümle
Mutlulukta sırt sırta birbirine dayanmış.
Ve adları silinmiş
İki kahraman..
Ve ölümü kavuşma addeden
İki yabancı tende
Tek yürek olan bir sevda..
Sen..
Ben.
Sen ve ben..
Yan yana..
Sırt sırta..
Ey sevgili,
Geceyi giyindim üzerime.
Karanlığı da çaldım yüzüme..
Sen yıldızları giy de
Yüzünün ay parçasını sür yüreğime.
Ve yıldızları ser gözlerimin iki perdelik yanına.
Harflerin ellerimde darağacı diye salladığında
Ben yüreğimin sesini iyice kıstım.
Sustum en derin yerimden.
Sen sustuğum yerden konuşuver beni.
Bir nihavent şarkının
En işveli notasında öpüver
Kahvesi bol yüreğimi.
“ İlk tanıdığım güne..
Yıldızları serdiğimiz geceye “
İSMAİL SARIGENE.
belki de bu son gecem, son şiirim
inanılmaz bir acı , derin çok derin …
bilmiyorum , nedir bu hissettiğim ,
göçebe yaşantımın son solukları …
tebessümlerime sakladığım hayatımın…
gecelere gömdüğüm yalnızlığımın son demleri..
tutsun çeksin kolumdan biri ,
derdim hep , istemiyorum artık…
göz yaşlarımı damlattığım toprak , hadi …
kabul et artık bu sahipsiz bedeni.
son canlı damlalarımı emiyorsun artık..
sert rüzgarlara çarptırdıgım acılar elvada.
aslında acı demek haksızlık olur ,
benim kaybedişim doğru söyleyişimdi , benim yalnızlığım…
artık mücadele etmeyeceğim hayat ,
her geçen günün aldanmaca ..
kanmam, sakın girmeye kalkma kanıma …
adam gibi ölürüm şerefsiz yaşayacağıma.
dinle beni yalnızlığım ,
artık bunlar son sözlerim , tükenişim..
hayat , bak yine aynı tebessümüm yüzümde,
seninse kaybedişin bu gece..
dinle ,
uyumak istiyorum bir daha uyanmamacasına…
yalnız yalanların döndüğü dünya ya sonsuz bir elveda…
şimdi bir nefes çekiyorum sadece ,
gözlerimi açmamacasına yummak adına …