Kırılgan…
Senin asıl adın Kırılgan.
Alnında yazıyor..
Gözaltlarına işlenmiş hatta mors alfabesiyle hüznün..
Sen.
Ağlamaya bahane istemeyen, her daim insan gibi hıçkırabilen..
Profesyonel incinen.. Kırılgan.
Zor günler degil mi? Kaba saba günler..
Sen, sana söylenen cümlelerin her virgülünde bir nakış zarafeti ararken,
Sokaklar sana göre değil. Bu konuşmalar hatta bu Türkçe bile sana göre değil.
Hiçbir cadde düzenlemesi sana göre yapılmamış.
Sen hesapta yoksun Kırılgan! Bütün hesaplar ortalama insan üzerine yapılmış.
Seçen, seçilen ve seçmen onlar..
Onlar bir yolda ağacı ya da yeşili şart koşmuyor.
Geçebilsinler yeter. Ya da bir yemekte sanatsal bir şıklık aramıyorlar.
Doysunlar yeter..
Oysa sen öyle misin ya? Sen önce en az on dakika izlemelisin şarabın kadehteki duruşunu! Nasıl mucizevi bir kırmızı olduğuna şaşarak ama şarabın – kırmızısın elbette – aşkın meyi olmasını uygun bularak…
Kırmızı çünkü, daha ne olsun! Acının renkçesi! Oysa şarap deyince onların aklına sur dibindeki keşler geliyor.
Hoş sen bahsettikleri keşleri de, kendi yaşamsal alanlarında mutlu insanlar olarak görüyorsun. İğrenmiyorsun. Herkes mutluluğun peşindeyse eğer, onlar bizden bin şişe daha yaklaştı mutlu sona diye düşünüyorsun. Çünkü her şarap ehli biraz kırılgandır bunu biliyorsun.
Senin asıl adın Kırılgan.
Dudaklarının titrekliğinden belli.
..
Ey benim üç tarafı hüzünlerle çevrili yurdum, umrunda mı bilmiyorum ama, seni seviyorum.
Aslında sen iyi bir adama benziyorsun Kırılgan. Kimseye bir zararın yok en azından. Ne acı değil mi, zararsız olmak iyi olmaya yetiyor. Çünkü etrafta bir sürü yaşam zararlısı var ve tarım bakanlığı henüz bunlara karşı ciddi bir tedbir almış değil…
Yani diyeceğim şu ki Kırılgan, bu kadar takma kafana… Hiçbir şeyi de üstüne alınma. Çünkü dedim ya, sen hesapta yoksun: Hiçbir seyi seni düşünerek yapmıyorlar! Ne televizyonları, ne gazeteleri, ne savaşları..
YILMAZ ERDOĞAN